17 Ağustos 2009 Pazartesi

SAKARYA DAN SİİRLER

Sakarya
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük-küçük kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb�im isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah eyvah, Sakarya�m, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağı�nı assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

Arkadaşına Gönder
265605 kez okundu
Necip Fazıl Kısakürek

SAKARYA / HENDEK SAVASI


HENDEK SAVASI


Hz. Peygamber (s.a.s)'in müsriklerle yaptigi büyük ve en önemli savaslarindan birisi. Uhud savasindan iki yil sonra, Hicret'in besinci yilinin sevval ayinda (23 subat 627) Medine'nin kuzeyinde cereyan etmistir.

Kureys müsrikleri Uhud savasinda basarili olmuslardi ama müslümanlarin gücünü kiramamislardi. Tam tersine müslümanlar Medine'deki birlik ve beraberliklerini saglamlastirmis, askeri bakimdan daha güçlü bir duruma gelmislerdi. Medine'de sürekli problem çikaran Yahudi Benu Nadir kabilesi sürülmüs; doguda Zatu'r-Rika, kuzeyde Dumetü'l-Cendele yapilan seferler kesin zaferle sonuçlanmis, müslümanlarin gücü ve etkinligi gün geçtikçe daha da büyümüstü. Bunun sonucu olarak Mekke müsriklerinin Misir, Suriye ve Irak yönündeki kervan yollari tamamen kapatilmisti.

Müslümanlarin bölgeye hakim bir güç olmaya baslamasi Islâma katilanlarin sayisini hizla artirmis, geçen zaman, müslümanlarin sosyal hayatlarini düzenleme ve yerlestirme yolunda önemli adimlar atmasina firsat tanimisti. Islâm'in bu gözle görülür güçlenisi karsisinda müslümanlarin baslica düsmanlarindan olan yahudiler, düsmanca faaliyetlerine hiz verdiler. Özellikle Medine'den sürülen Benu Nadir kabilesi bütün çevrede Islâm aleyhinde sürekli propaganda yapiyor, Islâm'in güçlenmesini önlemek için müslümanlara kesin bir darbe vurmanin yollarini ariyordu. Bu çalismalari sonuçsuz kalmamis, yahudiler aralarinda görüs birligi saglanarak Kureys ve diger müsrik kabilelerle birlesmenin yollari aranmaya baslamisti.

Yahudilerden olusan bir heyet Mekke'ye gelerek kiskirtici çalismalardan sonra Kureys'e ortak düsmanlari olan müslümanlara birlikte saldirmayi Rasûl Aleyhisselâm'i ve Islâm'i ortadan kaldirmayi teklif ettiler. Ticaret yollarinin kesilmesiyle ekonomik bir çikmaza düsen ve içlerinde hala Bedir'in acisini tasiyan müsrikler bu teklifi olumlu karsiladi (Taberî, Tarihu't-Taberi, Misir,1961, II, 564-5). Yahudi heyeti ve Kureys'ten seçilen elli adam Kâbe örtüsünün altina girip gögüslerini kâbe duvarina dayayarak tek baslarina kalincaya kadar müslümanlarla savasmaya yemin ettiler. Artik tek düsünceleri vardi. Bu savasi mutlaka basarmak ve Islam'i ebediyyen yok etmek (Ibnü'l-Hisâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 14I7/1987, II, 254, 255).

Yahudiler Kureys'le anlastiktan sonra Necid'e giderek Benu Süleym ve Gatafan kabilelerini de bu ittifaka dahil etmeye çalistilar. Gatafan kabilesini Hayber'in bir yillik hurmasinin yarisi karsiliginda müslümanlara karsi savasmaya razi ettiler. Arkasindan diger Arap kabilelerini dolasarak putperestligin Islam'dan üstün oldugunu, fakat müslümanlarla savasilmadigi takdirde putperestligin sonunun yaklastigi propagandasiyla savasa kiskirttilar. Bu çalismalari sonunda Fezare, Süleym, Sa'd ve Esedogullari kabileleri de ittifaka dahil oldu (Taberî, a.g.e., II, 566).

Savas hazirliklarina baslayan Kureys, üçyüz at, bin besyüz devenin bulundugu dörtbin kisilik bir ordu donatti. Buna Yahudi ve diger Arap kabilelerinin kuvvetleri de eklenince yaklasik onbin kisilik bir ordu meydana geldi. Bu büyük ordu Islâm'a son ve öldürücü darbeyi vurmâk, Allah'in nurunu bogmak niyet ve umuduyla Medine'ye yöneldi. Arap yarimadasi belki de o güne kadar böyle büyük bir orduya sahit olmamisti (Ibn Hisam, es-Siretit'n-Nebeviyye, Misir, 1375/1955, II, 214, 216, 22I):

Râsulullah (s.a.s) müttefiklerin girisimini haber alir almaz derhal bir savas meclisi topladi. Mecliste düsmana karsi ne gibi tedbirler alinmasi, nasil bir savas taktigi izlenmesi gerektigi konusunda istisare edildi. Ashâbin çogunlugu Medine'yi içerden savunmanin uygun olacagi görüsünde idi. Bu görüs benimsendikten sonra Selman-i Farisî hazretleri, "bizde bir sehir üstün kuwetlerle kusatildigi zâman daima çevresine bir hendek kazilir ve sehir bu sekilde savunulur" seklinde görüs bildirince Rasûl aleyhisselam bunu uygun görerek savunma planinin bu dogrultuda hazirlanmasini emretti. Vakidî'nin Hendek Savasi sirasinda Rasûlullah'in Kureys lideri Ebû Süfyan'a yazdigim söyledigi bir mektuba göre ise, sehrin çevresine hendek kazilmasini dogrudan dogruya sani yüce Allah, Rasûlüne ilham etmistir. Düsmanin gelecegi yöne kazilacak hendekle sehrin korumasi esas olmakla birlikte Selmân-i Farisî'nin teklifi içinde Medine'yi çevreleyen binalar arasina kapatmak da vardi, zaten sehrin diger tarafi dag ve hurmaliklarla çevrili idi (Ibn Hisam, a.g.e., II, 255).

Rasûlullah, vakit kaybetmeden, ileri gelen sahabîlerle birlikte kesfe çikarak hendek kazilmasi gereken yerleri tesbit etti. Düsmanin saldirisina açik bulunan yerlerin tesbitinden sonra bütün müslümanlar toplanarak hendek kazma çalismalarina basladilar. Medine'deki bütün araçlar toplandigi halde yine de birçok müslüman araçsiz kalmisti. Bunun üzerine Rasûlullah, müslümanlarla anlasmali bulunan Benu Kurayza kabilesinden ödünç aletler aldirdi.

Basta Rasûl aleyhisselam olmak üzere bütün müslümanlar canla basla çalisiyorlardi. Mevsim kis oldugu için çalismak oldukça güç ve yorucuydu. Buna ragmen müslümanlar büyük bir coskuyla çalisiyor, hep bir agizdan "bizler ömrümüz oldukça Muhammed'le birlikte savasa devam etmek üzere bey'ât etmisizdir" anlaminda misralar okuyorlardi. Hendek kazarken Hz. Peygamberin birçok mucizesinin geldigini yine Islâm tarihçileri nakletmektedirler (Ibn Hisam, a. g. e., II, 217, 219).

Rasûlullah da coskuyla çalisan arkadaslari ile birlikte toprak kaziyor, tasiyor, onlarla bir agizdan su anlamdaki beyitleri okuyordu: "Allah'in lütfu ve hidayeti olmasaydi biz ne hidayete erer, ne sadakalar verir, ne de ibadet ederdik. Ya Rab! Bizi huzur ve sükuna erdir. Düsmanla karsilasirsak bize sebat ve metanet ver. Bize saldiranlar fitne çikararak fesat pesinde kosuyorlar. Biz ise onlara karsi koyuyoruz." Münafiklar ise bu isi agirdan aliyor ve çesitli bahanelerle çalismamak istiyorlardi (Ibn Hisam a.g.e., II, 216; Taberî, a.g.e., II, 566, 567).

Bu sekilde iki hafta boyunca süren gayret sonunda Medine çevresinin gerekli yerleri hendeklerle kusatilmis, hendeklerden çikan topraklar iç tarafa yigilarak siperler olusturulmustu.

Hendek kazma çalismalari biter bitmez Rasûl aleyhisselam savasabilecek durumdaki bütün müslümanlari topladi. Müslüman mücahitlerin sayisi üçbindi ve otuz alti da at vardi. Müslüman savasçilar gruplar halinde siperler gerisine yerlestirildi. Bu sirada Ebû Süfyan komutasindaki ordu Medine'nin Batisindan, Necid kabileleri de Dogudan Medine önlerine geldiler.

Kureys ordusu Medine'nin kuzeyinden dolasarak Uhud dagi civarina geldi. Ortaligi bos görünce evvelce Uhud savasinda aldiklari mevkiye dogru yaklastilar. Burada diger kuvvetlerle birleserek Uhud-Medine yolu üzerinde ilerlemeye basladilar. Bir müddet sonra Rasûlullah'in hendekler gerisinde görülen çadirlari karsisina geldiler ve onun karsisinda yer aldilar (Taberî, a.g.e., II, 57I).

Müsrikler çevrede müslümanlari görmeyince hizla Medine üzerine atildilar. Fakat müslümanlar tarafindan kazilan hendeklere gelir gelmez ne yapacaklarini sasirdilar. O zamanlar böylesi istihkamlar insa etmek Araplar tarafindan bilinmiyordu. Rasûlullah'in bu degisik savunma yöntemi müsrikleri hayret ve saskinlik içinde birakti. Içerlerinde bazilari atlarini hendekler boyu sürerek bir geçit aradilar. Fakat hendek gayet derin kazilmis oldugu için geçmeyi basaramadilar. Bu arada hendek gerisinde siperlenen müslümanlar düsmani ok ve tas yagmuruna tuttular. Düsman süvarileri de bu sekilde karsilik vermek zorunda kaldilar. Müsrikler bir aya yakin bir süre hendek gerisinde kaldilar. Iki taraf arasinda herhangi bir savas olmadi. Bir kaçi mübareze ve karsilikli ok atmaktan baska ciddi bir hareket olmadi (Taberî, a.g.e., II, 572).

Müslümanlar arada sirada taarruz eden düsmani bu sekilde karsilayarak savunma süresini uzatiyorlardi. Fakat bu sirada müslümanlarla anlasma içindeki Benu Kurayza kabilesinin anlasmayi bozarak geceleyin Medine üzerinde baskin yapmak için hazirlandiklari söylentisi yayildi. Bu haber müttelik ordulara göre oldukça zayif olan müslümanlar arasinda büyük bir endiseye neden oldu. Rasûl aleyhisselam durumun açikliga kavusturulmasi için Kurayza kabilesine birisini gönderdi. Benu Kurayza kabilesinin reisi Kaab b. Esed'in Benu Nâdir kabilesi reisi Nayy b. Ahtab tarafindan kandirilmis oldugu ve Kurayzalilarin gerçekten anlasmayi bozmus olduklari anlasildi. Kurayza kabilesi ile Evs kabilesi arasinda dostluk bulundugu için Evs'in lideri Sa'd b. Muaz ve bazi Evs ileri gelenleri özel olarak Benu Kurayza kabilesine gönderildi ise de olumlu bir sonuç alinamadi.

Kur'ân düsmanin gelisini ve durumun vehametini söyle dile getirir:

"Onlar size yukarinizdan ve asaginizdan gelmislerdi. Gözler dönmüs, yürekler agizlara gelmisti. Allah için çesitli tahminlerde bulunuyordunuz" (el-Ahzab, 33/1I). Rasûlullah zaman geçirmeden ortaya çikan yeni duruma uygun tertibati aldi. Müslümanlara hitaben, "emin olunki bunun sonu hayirlidir. Müslümanlarin yegane koruyucusu Allah'tir" buyurarak müslümanlara güven verdi. Sehir içinde ve savunma hatti çerçevesinde güvenlik önlemleri bir kat daha artirildi. Geceleri düsmanin ani bir baskin yapmasini önlemek amaciyla devriye kollari çikarilmaya baslandi.

Gece basar basmaz bütün devriye görevlileri görev yerlerine dagiliyor, Rasûlullah ise savunma hattinin en zayif noktasinda bekliyordu. Geceleri çok soguk oldugu için savasin zorluklari kendisini daha agir biçimde hissettiriyordu. Bununla birlikte Müslümanlar inançla ve sabirla görevlerini yerine getiriyorlardi.

Bu arada münafiklar da bos durmuyor bir takim tesvikler ve aldatici sözlerle imani zayif kimseleri kandirmaya çalisiyorlardi. Nitekim Kur'ân bu duruma "Iki yüzlüler ve kalplerinde hastalik olanlar" Allah ve Rasûlü size sadece kuru vaadlerde bulundu" diyorlardi (el-Ahzab, 33/12). Ayetiyle isaret etmektedir.

Kusatma onbes günden fazla sürdügü halde müsrikler hiçbir sonuç alma basarisini gösteremediler. Muhasaranin devami sabahlara kadar siperlerde bekleyen müslümanlari oldukça kötü etkiliyordu. Sehrin disariyla bütün baglarinin kestirilmis olmasi yiyecek sikintisinin baslanmasina neden oldu. Münafiklar bundan da güç alarak yersiz konusmalarini çogalttilar. Eskiden beri meydan savaslarina alismis olan müslümanlar düsman karsisindâ hiçbir sey yapmadan beklemekten sikilmaya baslamislardi. Mevsimin siddeti bu durumu daha da etkiliyordu. Özellikle geceleri çikan sogukta devriye görevini yapanlar fazlasiyla muzdarip olmaya basladilar. Hatta hayvanlarina yedirecek birsey bulamaz hale geldiler. Müslümanlarin direnci yavas yavas kirilmaya yüz tutmustu. Kur'ânin deyimiyle "Iste orada mü'minler denenmis ve çok siddetli sarsintiya ugramislardi" (el-Ahzab, 33/11).

Durumun vehameti karsisinda Hz. Peygamber, Müsriklerin birligini bozabilmek için bir ara Gatafanlilarin reisleri Uyeyne b. Hisn b. Huzeyfe ve el-Haris b. Avf b. Ebi harise el-Murriye haber göndererek dönüp gitmeleri karsiliginda Medine hurmalarinin üçte birini onlara vermek üzere anlasmak istediyse de (hatta anlasma metni bile hazirlanirken) Sa'd b. Mu'az ve Sa'd b. Ubâde ile istisaresi sonucu bu fikirden vazgeçti (Ibn Hisam, a.g.e., II, 223; Taberî, a.g.e., II, 572-3).

Diger yandan düsman ordusu baskisini giderek arttiriyordu. Degisik yönlerden pespese saldirilarda bulunuluyor, hendegi asamayarak çaresiz geri dönüyordu. Muhasaranin olaganüstü siddet kazandigi bir sirada müsrikler ne pahasina olursa olsun hendegi asmaya karar verdiler. Savasçiliktaki büyük ustaligi ve Kahramanligiyla söhret kazanmis olan Amr b. Abdived ile Ikrime b. Ebû Cehl, Nevfel b. Abdullah, Dirar b. Hattab, Hübeyre b. Ebî Vehb hendegi geçmek üzere ileriye gönderildi. Ebû Süfyan ve Halid b. Velid de onun arkasindan genel bir saldiri için kuvvetlerini ileriye dogru hareket ettirdiler. Amr ve yanindakiler binbir güçlükle de olsa hendegi asmayi basardilar.

Amr b. Abdived atini ileriye sürerek müslümanlari kendisiyle savasacak bir savasçi taleb etti. Amr birçok savaslarda bulunmus, yigitlik ve gözüpekligi sayesinde birçok birlikleri dagitmis gayet usta bir silahsor, çevik bir süvari oldugundan, onunla dövüsmeye kimse cesaret edemezdi. Nitekim müslümanlardan da kimse onun istegine cevap veremedi.

Bu durumu gören Hz. Ali, Amr'a karsi çikmak için izin istedi. Fakat Rasûlullah izin vermedi. Amr tekrar ileriye atilarak müslümanlara hitaben; "Içinizden kahramanlik meydanina çikacak kimse yok mu? Hani ölenlerinizin gidecegini söylediginiz Cennet?" diye bagirdi. Müslümanlardan yine ses çikmayinca Hz. Ali ikinci defa izin istedi. Rasulullah kendi zirhini çikarip Ali'ye giydirdi, beline zülfikâr'i takti ve ellerini açarak "Ya Rabb amcam Übeyd Bedirde; Hamza Uhudda sehid oldular bu Ali ise kardesimdir ve amcamin ogludur. Onu koru, beni kimsesiz birakma. Sen Varislerin en hayirlisisin" diye dua ederek ugurladi.

Amr'in karsisina çikan Hz. Ali kendisini tanitti. Amr, Ali'nin gençligini ve babasiyla olan dostlugunu ileri sürerek onunla savasmak istemedi. Hz. Ali ise kendisiyle savasmayi ve onu öldürmeyi arzuladigini bildirdi. Kendisinin savasa çikanlarin üç tekliflerinden birini kabul ettigini duydugunu; eger öyleyse, üç teklifi oldugunu söyledi. Ya müslüman olmasini, ya savasi birakip gitmesini, yada kendisiyle dövüsmesini teklif etti. Ilk ikisini reddeden Amr dövüsmeyi seçti.

Ilk saldiri Amr'dan geldi. Vurdugu kiliç darbesi Ali'nin kalkanini parçalayarak basindan yaralanmasina neden oldu. Sira kendisine geldiginde Ali indirdigi darbe ile Amr'i cansiz yere yuvarladi. Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müsrikler büyük bir hayal kirikligina ugradilar.

Hz. Ali Amr'in isini bitirince Dirar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler. Dirar Hz. Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya basladi. Sonradan Dirar, "ölüm melegi surete bürünmüs bana görünmüstü," diyecektir, bu kaçis hakkinda. Çarpismaya yeltenen Hübeyre de Ali'nin bir kiliç vurusu ile zirhi delinince kurtulusu kaçmakta buldu, (Ibn Hisam, a.g.e., II. 224-225).

Hz. Ömer, kaçan kardesi Dirar'in pesinden, Zübeyr b. Avvam da Hübeyr'in arkasindan kostular. Bu sirada Nevfel b. Abdullah hendege düsmüs, yaralanmisti. Müslümanlar onu tasa tuttular. Fakat Ali onlari durdurdu, hendege inerek boynu kirilmis Nevfel'in kafasini uçurdu.

Bu kötü sonuç karsisinda Ebû Süfyan çaresiz ordugahina döndü.

Ertesi günü Benu Kurayza Kabilesi de düsman ordusuna katildi. Müttefikler böylece kuvvet kazaninca bir kat daha cesaretlenerek saldirilarini siklastirmaya, tazyiklerini arttirmaya basladilar. Ok ve tas muharebeleri aksama kadar sürüp gitti. Karanlik basinca müsrikler ordugahlarina çekildiler. Genel bir saldiri düsüncesi müslümanlar arasindaki endiseyi bir kat daha artirdi.

Bu arada savasin yönünü degistirecek önemli bir olay oldu. Düsman saflarinda iken müslüman olan Nuaym b. Mes'ud es-Sakafî gizlice Rasulullah'in ordusuna katildi. Durumun kötülügünü gören Nuaym, müttefiklerle Benu Kurayza Kabilesinin arasini bozmak için iyi bir vesile oldu. Hz. Peygamber ona Benu Kurayza ile müsriklerin arasini açmasi için talimat verdi. Islâma girdigi bilinmedigi için rahatça Benu Kurayza lideri Kaab b. Esed'in yanina gitti. Kaab'in yaninda daha baska Yahudi liderleri de bulunuyordu. Onlara yahudilere bir iyilik etmek istegimi söyleyerek Kureys ve Gatafan kabilelerinin artik savastan usandigindan söz etti "hatta daha fazla zahmet çekecek olurlarsa sizi birakip gidecekler. O zaman siz Islâm ordusuna karsi koyamazsiniz. Bu tehlikeyi önlemek için Kureys ve Gatafan kabileleri ileri gelenlerinden birkaç kisiyi rehin alin" dedi. Yahudiler bu haberden son derece memnun oldu.

Nuaym, oradan Ebû Sufyan'in ordugahina geldi. Ona Kurayzalilarin anlasmayi bozduklarindan dolayi pismanlik duyduklarini ve anlasmayi gizlice yenilediklerini, hatta suçlarini affettirmek için Kureys ve Gatafan liderlerinden birkaç kisiyi rehin alarak müslümanlara teslim etmeyi düsündüklerini söyledi. Bu haber Ebû Süfyan'i vesveseye düsürdü. Derhal kurayza liderine Ikrime b. Ebî Cehl ve Benî Gatafanli bir grupla haber göndererek muhasaranin çok uzadigini, askerin açliktan sikayet ettigini bu nedenle ertesi günü genel bir saldiri ile bu duruma bir son verilmesi gerektigi arzusunda oldugunu söyledi. Buna karsilik Kurayzalilar, Kureys ve Gatafan ileri gelenlerinden birkaç kisi rehin verilmedikçe kendilerine güvenemeyeceklerini bildirdiler. Kureys ve Gatafan liderleri bu haberi isitince Nuaym'in sözüne hak vererek rehin vermekten imtina ettiler. Kurayza kabîlesi ise onlarin tavrinin Nuaym'i dogruladigini görünce müttefiklerden ayrilarak onlari kendi baslarina biraktilar, (Ibn Hisam, a.g.e. II. 23I) (Taberî, a.g.e. II 578-9).

Kusatma yine sürüyordu, ama eski siddetini kaybetmisti. Rasûlullah (s.a.s) bu günlerde, bugün Ahzab Mescidinin bulundugu yerde ayakta durup ellerini yukariya kaldirarak müsrik kabileleri aleyhinde üçgün boyunca dua ettiler. Üçüncü gün ögle ile ikindi namazi arasinda duasinin kabul edildigi kendisine vahyedildi. Ashab bunu Rasûlullah'in yüzünde dalgalanan sevinçten anladi. Cebrail (a.s.) "sevininiz, Allah onlara bir rüzgar saldi."diyerek Allah'in müsrikleri kasirga ile perisan edecegini haber vermisti. Allah Rasûlü hemen iki dizi üzerine çöküp ellerini kaldirdi. gözlerini yere indirdi. ve "bana ve ashabima acidigin için sana sükranlarimi sunarim Allah'im" dedi. Sonrada haberi ashâbina o müjdeledi.

Beklenen rüzgar birkaç gün sonra geldi. Bu soguk, dondurucu bir rüzgardi. Tozlari, topraklari müsriklerin gözlerini dolduruyordu. Rüzgar, onlari kendi baslarinin derdine düsürmüs, çekilmek, zorunda birakmistir. Çadirlarin bezlerini, derilerini yirtiyor, direklerini söküyor, sergileri kumlara gömüyor, yakilan atesleri, asiklari söndürüyor, develeri, atlari birbirine karistiriyor, hiç kimse kimsenin yanina gidemiyor. Müsrikler ordugahlarindan devamli tekbir sesleri, silah sakirtilari duyuyorlardi. Kalplerine büyük bir korku düsmüs, amansiz bir panige kapilmislardi. Kur'an sonradan bu olayi mü'minlere söyle hatirlatmaktadir: "Ey mü'minler. Allah'in size olan nimetini anin. Hani üzerinize ordular gelmisti. Biz de onlarin üzerine rüzgar ve görmediginiz ordular göndermistik. Allah yaptiklarinizi görüyordu. "(ef-Ahzâb. 33/9)" "Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbirsey elde edemediler. Savasta iman edenlere Allah'in yardimi kâfi geldi. Allah güçlüdür, herseye galiptir" (el-Ahzâb; 33/25).

Gece boyunca devam eden firtina, sabahleyin biraz sükûnet buldu. Allah Rasûlü, Huzeyfe b. Yeman'i düsman ordusu hakkinda bilgi almasi için gönderdi. Huzeyfe, düsman ordusunun perisan halini görerek geri döndü. Hz. Peygamber bundan son derece memnun oldu ve sonucu beklemeye basladi. (Ibn Hisâm, a.g.e. II. 231-2).

Ebû Süfyan ansizin ugradigi bu büyük felâket üzerine Kurayza kabilesinin ordudan ayrildigi ve orduda ihtalâf çiktigi bahanesiyle kusatmayi sona erdirerek geri çekilme emrini verdi. Amr Ibnû'l-âs ile Halid b. Velid ikiyüz süvari ile müsriklerin geri çekilisini denetlediler. Müsrikler basansizliklarindan dogan umutsuzluk ve sikinti içerisinde hizla ricat etmeye basladilar.

Kureys ordusu Mekkeye, Gatafan kabileleri Necid'e dogru yol alirken müslümanlar savunma hattindan çikarak düsman ordugahina vardilar. Düsmanin telas ve heyacan içinde geri çekilirken birakmis olduklari erzak ve zahirelere ve Ebû Sufyan'in yahudi reislerinden Hayg'a gönderdigi yirmi deveye el koydular. Develer kurban edildi, hurma dolu sepetler bosaltildi ve müslümanlara dagitildi. Bu ganimet vasitasiyla muhasaranin ortaya çikardigi kitlik ortadan kalkmisti. Rasûlullah (s.a.s.) müslümanlara hitab ederek, "Ey Islâm mücahidleri! Emin olunuz ki bu muzafferiyet sizin için ölümsüz bir basaiidir. Bundan böyle Kureys kabilesi size degil, siz Kureys'e taarruz edeceksiniz" buyurdu. Rasûlullah'da bu sözleriyle müsriklerin bütün gücünün tükendigini, artik müslümanlarin zafer yollarinin açildigini da müjdelemis oluyordu.

O gün ögleye dogru Hz. Peygamber, aldigi ilâhi bir emir geregi müslümanlara derhal bir ilan yaptirarak bu savasta müsriklerle bir olup, kendilerini arkadan vuran Benu Kurayzaya karsi savasmak üzere su emri verdi: "Kim dinler ve itaat ediyorsa, ikindi namazini Benû Kurayza önlerinden baska yerde kilmasin" Bu emri alan müslümanlar derhal hareket ederek bu yahudi belasini da ortadan kaldirdilar, (bk. Benû Kurayza Savasi). (Ibn Hisam, a.g.e. II. 233-34).

Kaynak: Islam tarihi

SAKARYA YENİ DÖNEM

Sakarya�da yeni dönem
Aziz Duran�ın 15 yıllık Büyükşehir Belediye Başkanlığı bugün sona eriyor. Saat 14.00�te Büyükşehir Belediyesi�nde düzenlenecek törenle Toçoğlu görevi Duran�dan devralıyor



SAKARYA Büyükşehir Belediyesi�nde yeni bir dönem başlıyor. 29 Mart seçimlerinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı�na seçilen Zeki Toçoğlu bugün saat 14.00�te görevi Aziz Duran�dan devralıyor. Toçoğlu başkan seçilmeden önce yaptığı açıklamada, �Bizi tercih etmeyenlere de hizmette kararlı olduğumuzu göstereceğiz� dedi. Toçoğlu, aylardır merakla beklenen yerel seçimlerin nihayetlendiğini ve aziz milletin iradesinin sandığa yansıdığını ifade ederek, artık seçim döneminin bittiğini hizmet dönemi başladığını vurguladı. Toçoğlu, şunları kaydetti: �Güzel bir seçim dönemi yaşadık. Bundan sonra işimiz hiçbir ayrım yapmadan vatandaşlarımıza, şehrimize hizmet götürmektir. Bizi tercih eden kardeşlerimize kararlarının isabetini, tercih etmeyen kardeşlerimize de hizmette ne kadar kararlı olduğumuzu gösterme zamanıdır. Her şey Sakaryamızın yarınlarda modern, düzenli bir şehir olması, Sakaryalımızın da yaşam standardı yüksek, huzurlu, mutlu bir hayat sürmesi içindir.� Başkanlığı süresince şeffaf, ulaşılabilir bir strateji izleyerek tüm vatandaşların yanında olacaklarının altını çizen Toçoğlu, hemşerilerin hoşnutluğu ve mutluluğu ile daha şevkle hizmete devam edeceklerini dile getirdi. Toçoğlu, �Bize emanet edilen Sakarya�yı, 5 yıl sonra bugün inşallah çok daha yükseklere taşımış olacağız.� dedi.

SAKARYA COĞRAFYA

İklim

Sakarya ili Karadeniz ve Marmara bölgesinde hüküm süren iklim şartlarının tesiri altındadır. Karadeniz kıyısı ve doğusunda Karadeniz iklimi, Batı ve güneyde Marmara bölgesi iklimi görülür. Senenin, azamî 40 gününde sıcaklık 0°C’nin altında ve azamî 30 gününde +30°C üstünde seyreder. Yağış ortalaması bâzı yerde 632 mm, bâzı yerde 900 mm’dir.

Bitki örtüsü

Sakarya ilinde, dağlar gür ormanlarla, platolar makilerle kaplıdır. Ova ve vâdiler tarım alanlarıdır. Dağlar gibi Karasu bölgesi de ormanlıktır. Orman ve fundalıklar il topraklarının % 45’ini, ekili-dikili alanlar % 47’sini, çayır ve mer’alar ise % 3,5’ini teşkil eder. 700 metre yüksekliğe kadar kayın, gürgen, ıhlamur, kestâne, kavak, çınar ve meşe ağaçlarına rastlanır. Daha yükseklerde iğne yapraklı ağaçlar bunların yerini alır.

Akar Suları

Sakarya Nehri
MsXLabs.org & Temel Britannica

Sakarya Nehri (Yunanca: Σαγγάριος; Latince: Sangarius), Kızılırmak ve Fırat nehirlerinden sonra Türkiye'nin üçüncü en uzun, Kuzeybatı Anadolu'nun ise en büyük akarsuyu.
Uzunluğu 824 km olup, beslenme havzasının genişliği 53.800 km²'dir. Afyon'un kuzeydoğusundaki Bayat Yaylası'ndan doğar.
Önce İç Anadolu’ya doğru akar sonra Kızılırmak'ın tersine bir kıvrımla, kuzeye döner, Polatlı yakınlarında en büyük kollarından biri olan Porsuk Çayı'nı ve Ankara Çayı'nı alır. Geyve Boğazı'ndan geçer ve Adapazarı Ovası'ndan akarak Karadeniz'e dökülür.
Sakarya Nehri'nin Aladağ ve Kirmir sularını aldığı yerde Türkiye'nin en büyük santrallerinden biri olan Sarıyar Hidroelektrik Santrali ve Gökçekaya Hidroelektrik Santralı kurulmuştur.


Sakarya Nehri, ülkemiz sınırları içinde­ki Kızılırmak ve Fırat'tan sonra uzunluk bakımından üçüncü akarsudur. Eskişehir ili­nin güney kesiminde yer alan Çifteler kenti­nin güneyindeki, Sakarbaşı da denen Sakaryabaşı yöresinden kaynaklanan Sakarya Irmağı'nın uzunluğu 824 kilometredir.
Kaynağından sıcak olarak çıkan ırmak sula­rı kuzeydoğu yönünde aktıktan sonra Çifteler kenti yakınında doğuya döner. Bu kesimde küçük bir tekneye binerek ırmağın geçtiği tüm akarsu yatağını izlemek olanağı olsaydı, önce kuzeybatıdan gelen Şeydi Çayı'nın Sa­karya'ya katıldığı; İç Anadolu Bölgesi'nin bozkırları arasındaki fazla derin olmayan yatağında akarken güneydoğuya, doğuya, ku­zeydoğuya ve sonra da kuzeye dönerek kes­kin sayılacak bir dirsek oluşturduğu görülür­dü. Sakarya Irmağı bu kesimde Eskişehir ile Ankara illeri arasında doğal bir sınır çizer. Akarsuyun yukarı çığırı, Ankara iline bağlı Polatlı ilçesinin Yassıhöyük köyü yakınındaki Gordion kenti kalıntılarının batısından geçtikten sonra ulaştığı Porsuk Çayı kavşağında sona erer.
Kütahya iline bağlı Dumlupınar ilçesinden kaynaklanan Porsuk Çayı, Sakarya Irmağı'nın en önemli koludur. Altıntaş, Aslanapa ve Kütahya ovalarını sulayan bu akarsuyun üze­rinde kullanma ve içme suyu elde etme, sulama ve taşkın önleme amacıyla kurulmuş olan Porsuk Barajı vardır. Kuzeydeki Sündiken Dağları'ndan inen akarsularla beslenen Porsuk Çayı, neden olduğu taşkınlarla zaman zaman çevresine büyük zarar verir.
Sakarya Irmağı, orta çığırında önce doğu­dan gelen Ankara Çayı kolunu alır. Daha sonra kuzeybatıya ve batıya dönen akarsu, aşağı çığırında bir dirsekle başlayan geniş yayını tamamlar. Bu kesimde yatağını derin­leştiren ırmağa kuzeydoğudan gelen Kirmir Çayı ile kuzeyden gelen Aladağ Çayı katılır. Doğu-batı doğrultusunda dar ve derin boğaz­lardan geçtiği bu bölümde hidroelektrik ener­ji üretimi amacıyla kurulmuş Sarıyar ve Gökçekaya barajları yer alır. Eskişehir'i Ankara'dan ayıran il sınırı, bu barajların ardında suların toplanmasıyla oluşan yapay göllerin orta bölümünden geçer. Sarıcakaya yöresinde yemyeşil bağlık ve bahçelik alanlardan geçen akarsu, daha sonra kuzeybatıya ve kuzeye yönelir. Irmağa bu kesimde güneybatıdan gelen Karasu ve Göksu ile doğudan gelen Göynük Suyu katılır. Göksu kavşağından sonra kuzeydoğuya dönerek Canbaz Boğazı' na giren Sakarya, önemli bir tarım alanı olan Pamukova'ya ulaşır. Bu ovadan Geyve Boğazı'yla çıkan Sakarya Irmağı'nın orta çığırı, Akova da denen Adapazarı Ovası'na girdiği kesimde sona erer ve burada aşağı çığır başlar. Kirmir Çayı kavşağında deniz düze­yinden 500 metre kadar yüksekte olan vadi tabanı, Adapazarı Ovası'na girdiği kesimde 35 metreye düşer. Adapazarı Ovası'ndan sonra genellikle güney-kuzey doğrultusunda akan ırmağa güneyden gelen Mudurnu Suyu ile güneybatıdan gelen ve Sapanca Gölü'nün (bak. Sakarya) gideğeni (gölayağı) olan Çark Suyu katılır.
Sakarya Irmağı'nın suladığı Adapazarı Ovası verimli bir tarım alanıdır. Taşıdığı alüvyonlarla Adapazarı Ovası'nın kuzeyinde fazla belirgin olmayan bir delta oluşturan ırmak, Karasu kentinin batısında Sakaryaağzı olarak adlandırılan yörede Karadeniz'e dökü­lür. Bu deltanın Karadeniz kıyısına yakın bölümünde geniş bir şerit biçiminde kumullar uzanır. Kumulların genişliği deltanın doğu kesiminde 100 metreyi bulur. Bu kumulların ardında yer yer ormanlarla çevrili sulak ve bataklık alanlar vardır. Bu alanlarda Küçükboğaz ve Acarlar gölleri yer alır. Sakarya Irmağı, aşağı çığırı ile orta çığırının bir bölü­münü sınırları içine alan ile adını verir.
Akarsu ilkçağda Sangarios adıyla anılıyor­du. Bazı araştırmalar sonucunda ileri sürülen görüşlere göre Sakarya Irmağı çok eskiden Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezi'ne dökülüyordu. Körfeze doğru aktığı oluğun alüvyonlarla tıkanmasından sonra kuzeye yö­neldiği sanılmaktadır. Sakarya Irmağı vadi­sinde aşağı çığırının zaman zaman yatak değiştirdiğine ilişkin kanıtlara rastlanır. Irma­ğın bu bölümünde çevre ilkçağdan 19. yüzyıla kadar zengin bir orman örtüsüyle kaplıydı. Eskiden "ağaç denizi" olarak adlandırılan bu yöreden kesilen tomruklar ırmakta yüzdürü­lerek Karadeniz kıyısına indirilirdi. Bu tom­rukların tersanelerde gemi yapımında kulla­nılması ve yöre ürünlerinin İstanbul'a taşınması amacıyla ilkçağdan beri Sakarya Irmağı'nı Sapanca Gölü'nün üzerinden İzmit Körfezi'ne bağlayacak birçok girişimde bulunulmuş, ama başarı sağlanamamıştır.

Sakarya daki OvalarSakarya´daki Ovalar

Akova

İl’in en büyük ovasıdır. Bir adı da “Adapazarı Ovası”dır. Aşağı Sakarya Vadisi’nde Sapanca gölü ile Adapazarı’nın doğusunda yer alır. Doğuda Keremali Dağı’nın eteklerine dek uzanan Akova, Marmara Bölgesi’nin En büyük ovalarından biridir.

Sakarya Irmağı’nın taşıdığı kalın bir alüvyon tabakasıyla kaplı olduğundan çok verimlidir.

Ova’yı güneyden kuzeye doğru akan Sakarya Irmağı ve doğudan güneye doğru akan Mudurnu Çayı sulamaktadır.

Pamukova

Aşağı Sakarya Vadisi’nin Akova’dan sonra ikinci büyük tarım alanı, Pamukova’dır. İl topraklarında hızla genişleyen Sakarya Vadisi’nde alüvyonların birikmesiyle oluşmuş verimli bir ovadır.

Pamukova, Adapazarı Ovası’na göre daha yüksek olduğundan, Sakarya Irmağı, burada daha hızlı akar.

Irmak derinden aktığı için yatağı değişmemektedir. Taban suyu Akova’ya göre daha düşüktür.

Söğütlü Ovası

Akova’nın kuzeyinde yer alan Söğütlü Ovası İl’in en çukur tarım alanıdır. Taban Suyunun yer yer yüzeye çıkması ve Sakarya Taşkınları nedeniyle ovanın bazı kısımları sazlık ve bataklık durumundadır. Söğütlü Ovası’nda toprakların tarıma elverişli duruma getirilmesi amacıyla yoğun drenaj çalışmaları yapılmıştır.

Bu çalışmalarla ovanın kimi yerinde taban suyunun düzeyi düşürülmüş bataklıkların bir bölümü kurutulmuştur. Sakarya İli’nde bu büyük ovalardan başka Sakarya Vadisi ile bu vadinin tabanlarında kimi küçüklü büyüklü tarım alanları vardır. Bu alanlar alüvyal toprakla kaplı olduklarından verimleri yüksektir.
Sakarya daki Ovalar
Sakarya Jeolojik Yapısı Yazdır E-posta
Perşembe, 23 Ağustos 2007

Sakarya Jeolojisi Sakarya ilinin yüzey şekilleri sade bir özellik gösterir. Bunları üç bölümde incelemek mümkündür.

a) Kuzeydeki tepelik alan
b) Ortada Adapazarı Ovası veya Akova diye anılan düzlük
c) Güneydeki engebeli topraklar

İl alanı, güneyden kuzeye doğru uzanarak Kocaeli peneplenini yani, yarı ovalarının doğusunda Karadeniz'e açılır. Üçüncü zamanın sonları ile dördüncü zamanın başlarında oluşmuştur.

Bu jeolojik zamanda ortaya çıkan kıvrılma ve kırılma hareketleri nedeniyle Trakya'nın güneye, Kocaeli Yarımadası'nın kuzeye doğru farklı yönlerde çarpılmasına neden olmuştur.

Çarpılmanın etkisi Sakarya ilinde daha güçlü olmuş ve il alanı Karadeniz'e doğru eğim kazanmıştır. Sakarya Irmağının İç batı Anadolu platolarından taşıdığı maddeler il alanında yığılarak alüvyal ve kolüvyal ovalar oluşturmuştur.

Yüzey şekillerinin başlıca öğesini "Adapazarı Ovası" oluşturur. Elips biçimli olan ova, doğuya ve güneydoğuya doğru bir körfez gibi sokulur. Batıya doğru Sapanca Gölü'nü içine alan ve İzmit Körfezi'nin doğusundaki ova ile birleşen oluk biçimindeki bir çukurda uzanır. Güneydoğu yönünde ise, Samanlı dağlarının dik yamaçlarına dayanır. Sakarya ırmağı, Geyve Boğazı aracılığı ile bu dağlar arısından ovaya çıkar.

İlde platolar önemli bir yer tutar. Dağlar ilin güney yarısında yoğunlaşır, öbür kesimler büyüklü küçüklü taban topraklarla kaplıdır.

Kuzey Anadolu sistemine bağlı dağlar, il alanına yakın kesimlerde alçak platolara dönüşerek doğu-batı yönünde uzanır.

İlin orta ve batı kesimleri Kocaeli platosunun uzantısı durumundadır. Yer yer görülen düşük yükseltili tepeler dışında genellikle alçak ve düz bir yapıdadır.

İl topraklarının yeryüzü şekillerine göre dağılım yüzdeleri:

Dağlar %34
Platolar %44


Sakarya´daki Dağlar

İldeki tek düzenli sıradağ, Samanlı Dağları’dır. Bolu’nun güneyinde düzenli ve Yüksek sıradağlar oluşturan Köroğlu dağlarının batı uzantısı olan Samanlı Dağları, İl’de Hendek, Akyazı ve Sapanca Gölü’nün güneyde kalan kısmını bütünüyle kaplar. Samanlı Dağları, batıya doğru uzanarak İzmit Körfeziyle Gemlik Körfezi arasını doldurur. Dağlar, kuzeyde Adapazarı Ovası’na , Güneyde de Pamukova’ya doğru alçalarak sokulur. Samanlı Dağları pek yüksek değildir. İl alanında başlıca doruklar; Sakarya Ovası’nın doğu ucunda yer alan 1543 m yükseltili Keremali Dağı ile güneydeki 1467 m yükseltili Karadağ’dır. Böylece Keremali Dağı İl’in en yüksek noktasıdır.

Hendek ile Karadeniz arasında pek yüksek olmayan bir kabarıklık oluşturan Çamdağı, Zonguldak ve Bolu İl alanlarından batıya doğru sokulan Akçakoca ve Bolu dağlarının uzantısı durumundadır. Düzce çöküntü alanında birden kesintiye uğrayan Akçakoca ve Bolu Dağları çöküntü alanının batısında yeniden şekillenerek tek tek tepecikler şeklinde Sakarya topraklarında belirir. Çam Dağı’nın rakımı 880 metredir. Bu yükselti doğuya doğru artar ve Fındıklıtepe’de 900 metreye ulaşır. Buna karşılık kuzey yönünde hızla azalarak Keltepe’de 550 metreye Sivritepe’de 239 metre ve Uzunçarşı Tepe’de de 237 metreye düşer. Sakarya İlinde bunların dışında önemli doruk yotur. Kuzey Batı ve Batı’da Kocaeli platosu çok sayıda tepe versada bunların yüksekliği 250 metreyi aşmaz.
Sakarya daki Dağlar

Sit Alanları

SAKARYA

TESCİL EDİLMİŞ TAŞINMAZ KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI İLE SİT ALANLARI (AĞUSTOS 2005)

Sit Alanları
Arkeolojik Sit Alanı : 11
Kentsel Sit Alanı : 2
Doğal Sit Alanı : 10
Tarihi Sit Alanı : -

Diğer Sit Alanları


Arkeolojik ve Doğal Sit :


Toplam : 24


Kültür (Tekyapı Ölçeğinde) ve Tabiat Varlıkları: 358


GENEL TOPLAM : 382


SAKARYA YAPMADAN DÖNME

Yapmadan Dönme

Tarih ve Doğa harikası Karadeniz’in incisi Sinop İlinde Deniz Orman, göl ve Göl’ün bir arada olduğu Sarıkum Mevkii I. Derece doğal sit alanı ilan edilmiş olup, mutlaka görülmesi gereken Doğa Harikası bir yerdir. Büyük bir doğal liman oluşundan dolayı tarih boyunca deniz ticaretinde önemli bir yere sahip olan SİNOP Limanının iç ve dış bölümlerini oluşturan Karakum ve Sarıkum Sahilleri her türlü rüzgara karşı alternatifi olan plajlarla dolu olup, dünyada eşine az rastlanan koyları, fiyortları görmeniz mümkündür.

Sinop'un benzersiz güzelliklerini görmek istiyorsanız;

Sinop'tan başlayarak Akliman, Hamsilos Koyu, İnceburun, Sarıkum, Ayancık İnaltı Mağarası, Akgöl, Boyabat Kaya Mezarları, Boyabat Evleri ve Boyabat Kalesi ile Dranaz Soğuksu mevkiinden geçip, Erfelek Tatlıca Takım Şelalelerini de görerek tekrar Sinop'a ulaşabilirsiniz.

Sinop'un güzellikleri bunlarla bitmiyor.

Yaz aylarında Sinop'un bütün sahillerinde denize girebilir, Turistik tesislerinden, ayrıca Orman Bakanlığının Millî Park piknik alanlarından da rahatlıkla yararlanabilirsiniz.

Sinop'u daha iyi tanımak için, şehir merkezindeki Müze ve bahçesinde bulunan Serapis Mabedi, Eski Sinop Cezaevi ( Sinop Kalesi ), Pervane Medresesi ve birçok Selçuklu ve Osmanlı eserlerini ayrıca görmeniz gerekiyor.

Mutlaka Sinop'un ünlü Nokulunu, İçi Etli Hamurunu, İçli Tavasını, Mamalikasını, Sinop Kestanesini yemeden dönmeyin pişman olursunuz.

SAKARYA DEPREMLER


Yazdır E-Posta

Düzce'nin tarihi 14. yy'dan daha gerisine dayanmamaktadır. Ancak Düzce’nin 8 km kuzeyinde yeralan Konuralp kasabasının tarihi MÖ 3. yy' a kadar dayanmaktadır. Konuralp'in mevcut arkeolojik eserlerden saptandığı kadarıyla zengin bir tarihi vardır. Konuralp M.Ö. 74 yılına kadar Bilecik, Bolu, Kocaeli ve Sakarya şehirlerini kaplayan bir alanda hakimiyet süren BITHYNIA Devleti'nin önemli şehirlerinden birisiydi ve adıda 'Prusias Pros Hypios (Melen Kenarındaki Prusias)'dı. M.Ö. yılında, kısa bir süre Pontus istilasına uğrayan şehir, aynı yıl Roma hakimiyetine girdi.

Roma devrinde şehir Latin kültürünün tesiri altında kaldı, adıda ' Prusias ad Hypium' olarak değişti. Roma devrinde şehirde Hıristiyanlık hakimiyeti hüküm sürdü. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye bölününce şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kaldı.

Osman Gazi'nin komutanlarından Konuralp Bey, Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katma emrini aldı. Bunun üzerine 1321-1323 yılları arasında bu yöredeki Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda DÜZBAZAR (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias'ını fethetti.

Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir.

14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi.

16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir.

Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır.

18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır.

Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir.

14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi.

16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir.

Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır.

18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır.

Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya'dan, Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz toprak sağlamıştır. Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgaristanlı…gibi geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır.

Düzce'nin arzetmeye başladığı ticari önem karşısında Rum ve Ermenilerinde şehre yerleşmesiyle birlikte renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır.

2. Abdülhamit döneminde Düzce'ye bağlı 137 köy vardı ve 6618 hane ile 36.088 nüfus yaşıyordu.

1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı.

Düzce'de yaşayan Abhazların ileri gelenlerinden Elbuz Bey ailesinden Behice Hanım saraya giderek 2. Abdulhamit'le evlendi.

1915 yılında hükümetin emriyle Düzce'deki Ermeni Mahallesi (İcadiye Mahallesi) boşaltıldı.

30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey, Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu.

Milli Mücadele döneminde Düzce'de haraketli askeri ve siyasi gelişmeler yaşandı.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlandı. Düzce'nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey'dir.

Cumhuriyet dönemi boyunca, Düzce sanayi ve ticari alanda sürekli bir gelişme ve büyüme yaşadı. Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal faaaliyetler alanında sürekli bir hareketlilik yaşanmaktadır. Bu özellikleri itibariyle Düzce tarih sayfasına 1950’den itibaren “İL” olarak geçme isteğinde bulunmuştur.

Düzce 1944 Düzce Depremi, 1957 Abant Depremi, 1967 Adapazarı Depremi ve 17 Ağustos Körfez Depremlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 12 Kasım Düzce Depremi ise şehri yerle bir etmiştir.

Deprem yaralarının daha kolay ve hızlı sarılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararınca Düzce “Türkiye’nin 81. İLİ” olmuştur.

SAKARYA TARİHİ İSİMLERİ

akarya Gezgin Gözüyle


Tabii güzelliği, kumsalları, plajları ve turistik tesisleriyle görülmeye değer bir yer olan ilimiz, yörenin günübirlik deniz ihtiyacını karşıladığından ve özellikle İstanbul ve Ankara gibi yakın yörelerde yaşayıp hafta sonunda sakin bir tatil için denizden yararlanmayı düşünenlere bu imkanı tanıdığından ikinci konut yeri seçimi yönünden tercih edilen iller arasındadır. Sapanca Gölü, Büyük Akgöl, Küçük Akgöl ve Poyrazlar Gölü ilin önemli tabii güzellikleri arasındadır.
Karasu ve Kocaali ilçelerinin kıyı kesimleri yörenin turizm faaliyetlerine önemli bir katkı ve canlılık sağlamaktadır.
İl, deniz, dağ, orman, ve sağlık turizmi açısından önemli bir potansiyele sahip olmakla birlikte bu potansiyelinin tam olarak değerlendirildiği söylenemez.
Akyazı Kuzuluk Kaplıcaları, ülkemiz çapındaki en önemli merkezlerden biri durumundadır.
Ayrıca; Akyazı Çökek Kaplıcası, Geyve Acısu, Geyve Ilıca Köyü İçmesi ile Taraklı kil Hamamı sağlık turizmi açısından değerlendirilebilecek yerlerdendir.
TARİHİ ESERLERİ:

Tarihi eserler olarak Beşköprü (Justinianus Köprüsü), Harmantepe Kalesi, Adliye Kalesi, Orhan Camii, Orhan Gazi Camii ve Atatürk Evi en önemli tarihi eserler arasında sayılabilir. Tarihimizde önemli bir yeri olan Sakarya Nehri de ili bir baştan bir başa katederek Karadeniz’e dökülmektedir.
Atatürk Evi ve Müzesi ( Sakarya Müzesi) Atatütk İl Ormanı Sapanca Gölü Poyrazlar Gölü ve Mesiresi Taşkısığı Gölü ve Çevresi Çark Mesiresi Maltepe Tesisleri Göl Tesisleri Tarihi göç yolları üzerinde bulunan Sakarya’nın Türk hakimiyetine girmesinden sonra Türk-İslam kültürü, kültürel yapıyı şekillendirerek kalıcı olurken, 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra bölgeye yerleşen Kafkas ve Balkan göçmenleri ile Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu göçmenleri kültürel yapıya ayrı bir güzellik ve zenginlik katmışlardır
.

Dolayısıyla, Sakarya’ya özgü bir folklordan ziyade, çok renkli bir folklorik yapı söz konusudur. Sakarya, milli kültürümüzün, milli önceliklerimizin bir seromonisi durumunda olup, en eski kültür ve folklorik özellikler, Hendek, Geyve ve Taraklı ilçelerimizde görülmektedir. Yerli halkın örf ve adetleriyle iç ve dış göçlerle gelenlerin kendilerine has örf ve adetleri karışmıştır.

İlin bu özelliği, el sanatlarına, mimariye, gelenek ve göreneklerine ve yaşam biçimine kadar yansımıştır. Geleneksel hayat tarzı halen, şehir merkezlerinden ziyade küçük yerleşim birimlerinde birbirleriyle çatışmadan yan yana yaşatılabilmektedir.
Geleneksel sanatlar yönüyle de oldukça zengin olan ilde, eskiden yaygın olan çömlekçilik, ağaç oymacılığı, mobilyacılık, dokumacılık, el örgü işleri, süpürgecilik, sepetçilik ve bakırcılık modern teknolojiye yenik düşerek unutulmaya yüz tutarken halen az da olsa Taraklı yöresinde, ağaç işçiliği ve oymacılığı görülmektedir.

Nitekim, il merkezindeki “Hasırcılar, Semerciler, Pabuççular, Tığcılar” gibi mahalle isimleri, geçmişte geleneksel el sanatlarının ilimizdeki önemini ortaya koymaktadır.
Tescili ve tasnifi yapılmış kültür varlıklarının sergilendiği il merkezindeki Atatürk Müzesi ile Geyve Alifuatpaşa Beldesindeki Kuva-i Milliye Müzesi olmak üzere 2 müze bulunmaktadır.
Geleneksel konut mimarisinde 158 konut mevcut olup, bunların 38’i Adapazarı’nda, 85’i Taraklı’da, 23’ü Sapanca’da, 6’sı Pamukova’da, 5’i Karasu’da ve 1’i Akyazı Kuzuluk Beldesindedir. Tescili Yapılmış Kültür Varlıklarından; 24 cami, 15 mezarlık, şehitlik ve türbe, 5 çeşme, 7 kale, 4 hamam, 3 köprü, 1 imaret, 158 tarihi konut, 24 çınar ve 3 selvi ağacı ve 13 sit alanı bulunmaktadır.
GÜNLERİ VE ŞENLİKLERİ:

Adapazarı’nda 21-23 Haziran tarihleri arasında Kurtuluş Şenlikleri ve Fotoğraf Yarışması, Sakarya Üniversitesi Esentepe Kampüsünde 20-24 Mayıs tarihleri arasında Bahar Şenlikleri ve Ramazan ayı süresince Kitap Fuarı, Akyazı’da Haziran ayında Büyük Karapınar Şenlikleri ve Temmuz ayında Kadırga Şenliği,Geyve’de her yıl 10 Ocak tarihlerinde Ali Fuat CEBESOY’u anma törenleri, Haziran ayında Kiraz Festivali, Temmuz ayında Kırca Yaylası Şenlikleri ve Eylül ayında Panayır, Hendek’te Ağustos ayında Hacet Bayramı ve Dikmen Köyünde Ağustos-Eylül aylarında Çiğdem Yaylası Şenlikleri, Karasu’da 1 Temmuzda Denizcilik ve Kabotaj Bayramı, Temmuz ayında Fındık ve Turizm Festivali, Kaynarca’da 3 Mayıs’ta Kurtuluş Günü ve Şenlikleri, Pamukova’da Ağustos-Eylül aylarında Hayvan ve Emtia Panayırı, Sapanca’da 22 Haziran’da Kurtuluş Şenliği ve Temmuz ayı içinde 1 gün süreyle Kültür Sanat Festivali, Söğütlü’de Ağustos ayında Tarım Hayvancılık ve Süt Festivali, Taraklı’da Haziran ayının Pazartesi günü ile başlayan ilk haftasında Hıdırlık Şenliği (geleneksel pilav günü) ve Eylül ayında Panayır düzenlenmektedir.

SAKARYA İZ BIRAKANLAR

Eyup AŞIK


Eyüp AŞIK
53. ve 55. Hükümetin Devlet Bakanı

01.01.1953 yılında Trabzon’nun Dernekpazarı İlçesinde doğdu.İlkökulu aynı yerde, ortaokul öğrenimini Çaykara , Lise öğrenimi Trabzon Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1971-73 yılları arasında Almanya’da 1 yıl staj yaptı.
1974 yılında K.T.Ü. Makina Mühendisliği’ni bitirdi.1976 yılında yedek subay tank asteğmeni olarak askerliğini yaptı.1977 yılında evlendi.1987 yılında Trabzonspor yöneticiliği 1983 yılında ANAP Trabzon İl Başkanlığı’nı ,1983 yılında ANAP Trabzon milletvekilliği, 1984 yılında ANAP M.K.Y.K. Üyeliği , 1987 yılında ANAP Genel Başkan Yardımcılığı, 1990 yılında TBMM Meclisi İnsan Hakları Komisyon Başkanlığı, 1992-94 yıllarında ANAP Grup Başkan Vekilliği, 1996 yılında 53. Hükümetin, 1998 yılında 55. Hükümetin Devlet Bakanlığını yaptı.1996-2001 yılında ANAP M.K.Y.K Üyeliği yapan ,yabancı dili İngilizce ve Almanca olan Eyüp AŞIK halen Trabzon Milletvekili olup bir erkek 4 kız babasıdır.

——————————————————————————–

Efkan ALA


Efkan ALA
Dernekpazarı’nın ilk kaymakamı

1965 yılında Erzurum-Oltu ilçesinde doğdu. İlk öğrenimini Oltu’da, orta öğrenimi de Erzurum’da tamamladı. 1983 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazandı. Bu okulun Kamu Yönetimi bölümünden 1987 yılında mezun oldu.
Kaymakamlık stajını 1988 yılında Sakarya’da tamamladıktan sonra 1991 yılında çekilen kurayla İlçemiz Kaymakamlığı’na atanıp 01.AĞUSTOS.1991 tarihinde Dernekpazarı Kaymakamı olarak görevine başladı.

——————————————————————————

İsmail GÜZELDEMİRCİ
İl Emniyet Müdürü Özellikle Sayın İl Emniyet Müdürü İsmail Güzeldemirci Bey’e aynı istek ve şevkle hizmetlerinin devamını ve ilçemizdeki çalışmalarında başarılar dileriz.

—————————————————————————–

Dursun Ali Kurt

Dursun Ali KURT
İşadamı - Müteahhit

———————————————————————————————–

İbrahim CEVAHİR
İşadamı - Müteahhit - Dernekpazarı ve Çaykara Vakfı Başkanı(Genel)

Reşat CEVAHİR
İşadamı - Müteahiit - Dernekpazarı ve Çaykara Cemiyeti Başkanı(İstanbul)

Hasan GÜVEN
İşadamı - Dernekpazarı ve Çaykara Cemiyeti Başkanı (Trabzon)

Hasan CANSIZ
İşadamı - KOM

———————————————————————————————

İdris Keskin


İdris KESKİNCİ
GÜNBAK A.Ş. (İstanbul)

1955 Trabzon Dernekpazarı Taşçılar köyünde doğdu. İlkokulu taşçılarda, ortaöğrenimini Amasya Merzifon Lisesinde tamamladı. 1971 yılında ticari hayata başladı. Amasya ‘da 3 yıl ticaret yaptıktan sonra vatani görevi için askere gitti. 1977 de askerden döndü, İstanbul’da ticarete başladı. 1978 yılında Güngören Bakkallar Odası Başkanlığı’na 1980 yılında da Güngören Bağcılar Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanlığı ‘na seçildi.

Halen bu görevlere devam etmektedir. 1991 yılında kurulan Dernekpazarı köyleri vakfı başkanlığına 2000 yılında seçildi. 2. ligde mücadele eden Güngören Belediye sporun kurucuları arasında yer aldı. Halen bu kulübün 2. başkanlığını yürütmektedir. Ayrıca İstanbul-Sakarya Esnaf kefalet Kooperatifleri bölge birliği Yönetim Kurulu üyeliği ‘ni 1983 yılından beri yürütmektedir. 1997 yılında GÜN-BAK A.Ş ‘yi kurdu. Yönetim kurulu başkan vekilliğini yapmaktadır. Aynı zamanda Güngören’de kurulu bulunan Güngören Kaymakamlığı Yaptırma ve Yaşatma Derneği yönetim kurulu üyeliğini yapmaktadır. 1988 yılından beri Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı Güngören şubesi muhasipliğini yapmaktadır. Faal ticari hayata da devam etmektedir.

—————————————————————————

Murat ÇIKRIK
1.Sınıf Emniyet Müdürü (APK) 01.01.1945 yılında doğdu.İlkokulu Konduköyü ‘nde, ortaokulu Dernekpazarı ‘nda, liseyi Karabük Demir-Çelik Lisesi’nde okudu. Ayrıca 1972 yılında Gazetecilik Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Emniyet Teşkilatı’na 1969 yılında polis memuru olarak başladı.Toplum Zabıtası’nda 1977 yılına kadar çalıştı.1977-82 yılları arasında Asayiş Şubesi,1982-84 yılları arasında Fatih Emniyet Amiri, 1984-86 yılları arasında İstanbul Narkotik Şube Müdür Yardımcısı, 1986-90 yılları arasında Malatya Şark Hizmeti, 1990-93 yılları arasında Gemlik İlçe Emniyet Müdürü, 1993-96 yılları arasında Gemze İlçe Emniyet Müdürü, 1996-98 yılları arasında İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak çalıştı ve halen Teftiş Kurulu Başkanlığı, İstanbul Çalışma Bölge Başkanlığı’nda Polis Başmüfettişi olarak görevini sürdürmektedir.

————————————————————————–

Niyazi YÜCE

Niyazi YÜCE
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü (APK Başkanı)

1969 İstanbul İstanbul Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü mezunu ,Rize ve İstanbul ‘da Lise öğretmenliği ,Üniversite hazırlık kurslarında dersane öğretmeniliği, 1992 Güngören Halk Eğitim Merkezi’ni kurucu müdürü ve halen İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürlüğü’ne devam etmektedir.

————————————————————————–

Yusuf Cemal Keskin

Yusuf Cemal KESKİN
Yöresel Sanatçı - Kemençe üstadı

Sitemizde yayınlanması amacıyla kemençe müziğini bedelsiz olarak hediye etmiştir.

—————————————————————————

Kerim AYDIN
Yöresel Sanatçı - Kaval üstadı Sitemizde yayınlanması amacıyla kaval müziğini bedelsiz olarak hediye etmiştir.

İsmail ŞENOCAK
Belediye Meclis Üyesi - İşadamı

Yusuf ŞENOCAK
İşadamı - Derici

Yusuf Ziya KARAKAŞ
İşadamı - Müteahhit

————————————————————————–

Aygün Karakaş

Aygün KARAKAŞ
İşadamı - Endüstri Mühendisi

Not: Ulaşamadığımız kişilerin resimli özgeçmişleri temin edildiğinde isteye dahil edildiğinde güncellenecektir.Bilgisi eksik olan kişiler info@dernekpazari-bld.gov.tr Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız e-mail adresimize gönderebilirler.

SAKARYA KÜLTÜR

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, kültür (ekin, eski dilde hars) kavramının tanımı şu şekildedir: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.

Sosyolojik olarak, bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü o toplumun kültürüdür.
Bireyler için ise yargılama, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenme ve tecrübeler yoluyla geliştirilmiş olan biçimine o kişinin kültürü denir. Bireyin edindiği bilgileri anlatmak için de kültür sözcüğü kullanılır.



Etimolojisi

Kültür sözcüğü Latince
culturadan gelir. Cultura, inşa etmek, işlemek, süslemek, bakmak anlamlarına gelen colere'den türetilmiştir. Örnegin Romalılar 'mera işlenmesine' agri cultura demişlerdir.
Türkçenin batı dilleri etkisine girmesinden önce (
Cumhuriyet döneminde de) kullanılan hars sözcüğü ise Arapçadır ve "tarla sürmek" anlamına gelir.
Her iki kelimenin de tarımla ilgili olmasından kaynaklanıyor olsa gerek, 20.yy'da Türk Dil Kurumu tarafından uygun görülen ekin sözcüğü, bu yabancı kökenli kelimelere alternatif olarak önerilmiştir.

SAKARYA SAĞLIK

* Portakal kabuğu görüntüsünde, açık pembe renk,
* Dişleri kök başlangıçlarında saran ve konturlarını takip eden muntazam bir dişeti sınırı,
* Kırmızılık, şişkinlik ya da enfeksiyonun olmaması,
* Normal fırçalama ve ip kullanımıyla kanamama,
* Herhangi bir rahatsızlık hissinin olmaması,
* Sağlam ve sert görüntülü diş etleri,

İltihaplı Dişeti Nasıl Olur?

* Kendiliğinden ya da fırça-diş ipi kullanırken dişetinde kanama,
* Dişetlerinde kırmızılık, şişlik ve düzensiz bir görünüm,
* Dişetlerine bastırılınca hafif bir ağrı, dişetinden sızan iltihap ve/veya o bölgedeki dişte hassasiyet,
* Dişetlerinde çekilme ve açığa çıkan kök yüzeylerinde hassasiyet,
* Dişeti kenarlarında diş taşları nedeniyle oluşan siyah alanlar,
* Dişlerde sallanma, uzama ve dişler arasında açılmalar,
* Ağzınızı kapattığınızda, kapanışınızdaki değişiklik hissi,
* İltihaba bağlı ağızda koku ve kötü tat,
* Kaşınma hissi (dişetlerinde)

Neler Dişeti Hastalığına Sebep Olur?

Dişeti hastalığının temel nedeni bakteri plağı denen dişe sıkıca tutunan, yapışkan saydam bir tabakadır. Tırnağınızla dişinizin üzerini kazıyarak plağı fark edebilirsiniz. Plağın bir miligramında 200 ile 500 milyon arasında bakteri bulunur. Bunun yanı sıra aşağıdaki faktörler de dişeti sağlığınızı etkilemektedir.

Sigara: Hepimizin bildiği gibi sigara kanser, akciğer, kalp hastalıkları gibi bir çok önemli rahatsızlıklara sebep olur. Tüm bunların dışında ağız içi mukozası ve dişetleri için de çok zararlıdır. Dişetlerinin yumuşamasına ve dişeti hastalıklarının gelişmesine neden olur.

Genetik Faktörler: Yapılan araştırmalara göre %30 oranında genetik bir yatkınlık vardır. Ayrıca ağız bakımının kötü olması ile dişeti hastalığının gelişme olasılığı 6 kat daha artar. Ailede dişeti problemi olan bir kişi var ise mutlaka bir dişeti uzmanına siz de muayene olun.

Hormanal Değişiklikler: Hamilelik, puberte, menapoz, mensturasyon gibi hormonal değişikliklerin yoğun olduğu dönemlerde ağız hijyeninize ayrıca özen göstermeniz gerekmektedir. Diş etleriniz bu dönemlerde daha hassas olur. Diş eti hastalığına yatkınlık artar.

Stres: Hipertansiyon, kanser gibi pek çok rahatsızlığın nedenlerinden biri olmasının yanında dişeti hastalıklarının da risk faktörlerindendir. Araştırmalar göstermiştir ki periodontal hastalıklarda dahil olmak üzere stres vücudun enfeksiyonla mücadelesini zorlaştırmaktadır.

İlaç Kullanımı: Doğum kontrol hapları, anti-depresanlar, kalp ilaçları ağız sağlığınızı etkiler. Bu yüzden bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız lütfen diş hekiminizi uyarınız ve ağız hijyeninize ayrıca önem veriniz.

Diş Sıkmak veya Gıcırdatmak: Diş ve dişeti arasındaki kuvvetin azalmasına neden olarak periodontal doku yıkımına sebep olurlar. Diş etlerindeki çekilmenin bir sebebi de diş sıkmaktır. Mutlaka gece plağı takılarak bu sıkmanın durdurulması gerekir.

Diabet-Şeker Hastalığı: Diabet hastaları periodontal (diş eti) enfeksiyon açısından yüksek risk grubuna girerler. Mutlaka rutin diş eti kontrollerini bir diş eti uzmanına (periodontolog) yaptırarak ağız hijyenlerine ayrıca özen göstermelidirler.
KÖTÜ BESLENME Vücudun, immun (bağışıklık) sisteminin zayıflamasına ve buna bağlı olarak, diş eti enfeksiyonu da dahil olmak üzere enfeksiyonlarla mücadelesinin zorlaşmasına neden olur.

Kötü Yapılmış kuron Köprü ve Dolgular:Dişetine basan ve taşkın yapılmış dolgu, kuron ve köprüler dişetlerinde problem oluşturur.

DİŞETİ HASTALIKLARININ ÇEŞİTLERİ

Ginvitis: Dişeti hastalığının en basit formudur. Dişetinin kırmızı ve şiş olmasına neden olur. Dişeti çabuk kanar. Genellikle bu safhada hasta pek fazla rahatsızlık duymaz. Profesyonel tedavi ve iyi bir bakımla dişeti sağlığı tekrar sağlanabilir. Eğer ağız bakımı alışkanlıklarınız yetersizse gingivitis periodontitise doğru ilerlemeye başlar.

Agresif Periodontitis:
Bu tipte, ilk bakışta bir problem yokmuş gibi görünür. Fakat tam tersine hastalığın agresif, yıkıcı bir şekilde ilerlemesi söz konusudur. Yapılan diş eti tedavisine cevap vermeyebilir ve antimikrobiyal (antibiyotik) tedavi ile desteklenmesi gerekebilir.

Kronik Ronik Periodontitis: Dişin destek dokularındaki iltahap sonucu ilerleyici nitelikte ataşman (diş ile diş eti arasındaki doku) ve kemik kaybı mevcuttur. Dişetlerinde cepler ve çekilme ile karakteristiktir. En çok görülen periodontitis çeşitidir. Daha çok yetişkinlerde görülmesine karşın her yaşta olabilir. Ataşman kaybı genellikle yavaştır fakat hızlı ilerleme periodları da görülebilir.

Sistemik Bir Hastalığın Göstergesi Olarak Ortaya Çıkan Periodontitis: Daha sıklıkla gençlerde şeker gibi bir sistemik hastalıkla beraber gözlenir.

Nekrotizan Ekrotizan Periodontitis: Alveoler (dişi çevreleyen kemik dokusu) kemikte, periodontal ligamentte (diş ile kemik arasındaki lifler) ve diş eti dokusunda nekrotizan karakterde iltihap vardır. Immun sistemin baskılandığı, kötü beslenmenin olduğu ve AIDS virüsü taşıyan kişilerde daha sıklıkla gözlemlenir.

TEDAVİ NASIL OLUR?

Dişeti hastalığının tedavisinde diş ile dişeti arasında meydana gelen cep'lerin derinliğinin özel bir alet vasıtasıyla ölçülmesi gereklidir. Bu ceplerin miktarına ve derinliğine göre teşhis konulur ve tedavi planlanır. Derin cepler dişeti hastalığının hızla ilerlemesi için uygun bir ortam hazırlayacağından yapılacak olan tedavide amaç bunların mümkün olduğunca sığlaştırılmasıdır. Çünkü derin ceplerin içine yerleşen mikroorganizmaların fırçalama ve diş ipi kullanımı ile sizin tarafınızdan tamamıyla temizlenmesi imkansızdır.

Sizin dişeti hastalığınızın seviyesine göre uygulanacak tedavi aşağıdakilerdir:

Daha Sık Diş Taşı Temizliği

Rutin temizlik ve kontroller 6 ayda bir yapılırken periodontal hastalığı olan veya buna eğimli olan kişilerde hekimin belirleyeceği daha kısa aralıklarla temizlik işlemi yapılır. Ceplere yerleşen plağın içindeki mikroorganizmalar 3 ay içinde kemiğe zarar verebilecek kadar çoğalır. Sık diştaşı temizliği yaptırmak bu birikimi önleyerek kemiğin zarar görmemesini sağlar. Hekiminiz veya hijyenistiniz tarafından verilecek olan hijyen eğitimini de doğru ve eksiksiz uygulamak bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

Kök Yüzeyi Düzleştirilmesi (Kürtaj)

Halk arasında küretaj olarak bilinen kök yüzeyi düzleştirilmesi, kök yüzeyine tutunmuş olan eklentileri özel küretler yardımıyla kazıyarak, yüzeyden uzaklaştırma ve sağlıklı kök yüzeyini açığa çıkartarak dişetinin tekrar kök yüzeyine yapışmasını sağlama işlemidir.

GİNGİVEKTOMİ VE GİNGİVOPLASTİ

Bazı durumlarda iltihapsal, ilaca bağlı ya da kalıtsal olarak dişeti büyümeleri gözlenmektedir. Bu dişeti büyümelerine kemik erimesi eşlik etmiyorsa ya da kemik oluşturmamızı gerektiren derinlikte defektler mevcut değilse dişeti büyümelerini, dişle-dişeti arasındaki cebin yumuşak doku duvarını keserek çıkartabiliriz. Bu işleme Gingivektomi denir. Bu işlemden sonra genellikle dişetini cerrahi yöntemlerle düzelterek normal fizyonomisini geri kazandırmak için ise Gingivoplasti işlemi uygulanır.

FLAP OPERASYONU

Periodontal cepler küretaj ve kök yüzeyi düzleştirilmesi ile sığlaştırılamıyorsa cerrahi olarak cebi oluşturan dişeti çıkartılır. Çok derin ceplerde dişeti bütün olarak kaldırılıp altında gerekli kök yüzeyi düzleştirme işlemleri yapılır, kapatılır ve dikişlerle yerine sabitlenir. Eğer bu aşamada erimiş olan kemiğin desteklenmesi gerekiyorsa ya da o bölgede kemik oluşturulabileceği düşünülüyorsa, defekt bölgesine sert doku greftleri ya da hastanın kendi dokusundan elde edilen kemik parçacıkları koyularak, kaybedilen dokunun geri kazanılmasına çalışılır.

KURON BOYU UZATMA OPERASYONU

Dişlerin (ağız içerisinde görünen kısımlarını) dişeti seviyesinin üstünde kalan kısımlarını uzatmak amaçlı yapılan basit bir işlemdir. Bazı durumlarda çürük veya kırık dişeti seviyesinin altına kadar ilerler yada dişlerin boyu çok kısadır. Bu gibi durumlarda yapılacak protetik(kuron ,köprü vb.) tedavilerin tutuculuğu ve dişeti sağlığı için dişeti seviyesinin kök kısmına doğru uzatılması gereklidir

DOKU GREFTLERİ

Yumuşak doku greftleri: Diş fırçasının yanlış kullanılması, anatomik hatalar ya da dişeti hastalıkları sebebiyle bir veya birkaç dişte meydana gelen belirgin dişeti çekilmelerinin, ağzın farklı bir bölgesinden(genellikle damak) alınan yumuşak doku parçalasıyla örtülmesi işlemidir. Genellikle estetik amaçla ya da bazı durumlarda, dişeti hastalığının ilerlememesi için koruyucu amaçla yapılır.

Sert doku greftleri: Flap operasyonları esnasında kemik kaybının ileri boyutta olduğu bölgelerde yapay veya doğal kaynaklı kemik tozu uygulamaları ile kemik yapımı uyarılır.

ESTETİK AMAÇLI DİŞ ETİ UYGULAMALARI

En güzel dişler bile sağlıklı ve düzgün şekilli dişetleriyle çerçevelenmemiş ise çekici gözükmezler. Diş etlerinizde yapılan tedaviler ve küçük operasyonlar ile estetik olmayan diş etleri düzeltilebilir.

Sağlıksız diş etleri: Periodontal hastalık nedeni ile diş etleri kırmızı, şiş ve parlak gözükürler. Estetik diş hekimliği işlemlerinden önce mutlaka tedavi edilmelidirler.

Diş etleriyle gülümseme: (Gummy Smile) Gülümsediklerinde diş etleri fazla gözüken vakalarda herhangi bir estetik diş hekimliği işlemi yapılacak olsa da olmasa da yapılacak küçük bir operasyon ile diş eti fazlalıkları uzaklaştırılarak daha hoş bir gülümseme elde edilebilir.

Dişeti çekilmesi: Dişeti çekilmesi sonucu bazı dişler çok uzun gözükebilir, bu dişlerde kök yüzeyleri açığa çıkmıştır. Böyle bir durumda, öncelikle dişeti tedavisi yapılarak bu açıklıklar yumuşak doku greftleri ile kapatılmalıdır.

Düzensiz dişeti kenarları: Dişleri çerçeveleyen dişetleri bazı dişlerde çok yukarda yada çok aşağıda olabilir (dişeti çekilmesi, sürme bozukluğu, diş kaybından doğan defektler vb) Estetik prosedürden önce dişeti şekilleri ideale getirilmelidir.

Dişeti pigmentasyonu: Herhangi bir yaralanma sonucu yada doğal olarak dişetlerinde farklı renkte bölgeler olabilir. Eğer gülme hattındaysa bunların da yok edilmesi gerekir.

SAĞLIKLI DİŞETLERİNİZ İÇİN DİKKAT ETMENİZ GEREKENLER:

* Her gün dişlerinizi doğru şekilde fırçalayın ve diş ipi kullanın,
* Dengeli beslenin, boş kalorilerden ve çok yapışkan gıdalardan kaçının,
* Kendi kendinizi muayene etmeyi öğrenin ve rutin olarak bunu yapın. Böylece herhangi bir ağız içi veya dişsel değişikliğin ilk sinyallerini yakalayabilirsiniz,
* Senede en az iki kere diş hekimine gelerek kontrol ve diş taşı temizliği yaptırın.



16 Ağustos 2009 Pazar

DUNDEN BUGUNE ADAPAZARI

Adapazarı, Samanlı ve Keremali dağlarının kuzey eteklerinde, Eskişehir içlerinden çıkıp Ankara ve Bilecik topraklarından geçtikten sonra Geyve Boğazı’nı aşarak gelen Sakarya Nehri’nin asırlar boyunca oluşturduğu bereketli ve geniş bir ovanın ortasında kurulmuş geç dönem bir Osmanlı şehridir. Adapazarı, tarihi İpek yolunun ve Osmanlı’nın resmi Bağdat Devlet Yolu’nun hemen bitişiğinde, İstanbul’dan Anadolu’ya geçişin kavşak noktasında bulunmaktadır.
Yapılan kazılar ve bulguların tarihi bilgilerle birleştirilmesinden de anlaşıldığı üzere; bölge M.Ö. 300 ile M.S. 395 yılları arasında başkenti Nikomedya (İzmit) olan Bitinyalıların hakimiyeti altında kalmış, nitekim bölgenin ortasından geçen nehir adını Bitinya Kraliçesi Sangarius’dan, Anadolu’ya geçişin kilit kapısı olan yerleşim adını Bitinya Kralı’nın annesi Gekve’den almış bulunmaktadır. Kandıra, Kaynarca, Kaymas, Hendek, Karapürçek ve Taraklı’da rastlanan bazı bulgularca da bölgenin miladın hemen öncesi ve sonrasında Bitinyalıların egemenliğinde yaşadığı kesinleşmektedir. Bölgede inşa edilen Seyifler, Harmantepe, Tersiye, Paşalar, Çobankale, Mekece kaleleriyle, II. Justinyanus’un 562 yılında Sakarya Nehri’nin üzerine yaptırdığı Beşköprü’de göstermektedir ki Adapazarı bölgesi, tarih boyunca medeniyetlerin kesişme noktasıdır.

Bitinyalılardan M.S. 395 yılında Doğu Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine giren bölgede, önemli bir bayındırlık hareketine girişilmiş, adeta bir ağaç denizi görünümündeki ovada, bugün şehir merkezindeki Tığcılar semtinde büyükçe bir köyün kurulduğu tespit edilmiştir.

Söğüt’te obasını kuran Ertuğrul Gazi’nin torunları, yavaş yavaş bölgeyi egemenliği altına alırken, Konuralp’in komutasında 1326 yılında Adapazarı ve çevresi fethedilmiş, bölgeyi Müslüman/Türk yerleşimine açmıştır. Adapazarı ve çevresindeki, örneğin Erenler, Özbek, Şeyhler, Dedeler, Dodurga gibi yerleşim isimleri incelendiğinde, bölgenin Horosan Erenleri tarafından manen de fethedildiği gözlemlenmektedir.

Bugün de varlıklarını koruyan Geyve Elvanbey İmarethanesi (1450), Kaynarca Şeyh Muslihiddin Camii (1481), Geyve II. Beyazıd Köprüsü (1495) ve Taraklı Yunus Paşa Camii (1517), bölgemizde Osmanlı egemenliğinin silinmez izleri olmayı sürdürmektedirler.

Osmanlılarca 1326 yılında fethedilen Tığcılar Köyü, zamanla bölgenin cazip bir yerleşimi haline gelmiş, Sakarya Nehri ve Çark Deresi arasındaki köy, zamanla Ada Karyesi (Adaköyü) adını almış, Tığcılara Semerciler, Çıracılar, Hasırcılar, Papuççular semtlerinin de eklenmesiyle özellikle çevrenin “Pazar” ihtiyacını gideren Adapazarı haline dönüşmüştür. Yerleşim, Osmanlı belgelerinde 1563 yılında karye (köy) statüsüyle geçerken, 1581 yılında kadılık olduğunu, 1746’da nahiye, 1837’de ilçe, 1868’de belediye olduğunu görüyoruz.

Verimli ve bereketli Akova üzerindeki yerleşim, Osmanlılar döneminde önceleri içerisinde ahşap Orhan Camii’ni de barındıran mütevazı bir köy, ardından orta halli bir kasaba görünümü çiziyordu. Adapazarı’nın imar ve bayındırlık tarihine göz atacak olursak, hayırsever Devoğlu Mustafa’nın 1734 yılında kurduğu Çark Adapazarı’nın suya kavuşurken, 1800-1816 yıllarında Adapazarı Ayanlığı yapan Kara Osman, şehre cami, okul, han ve hamam kazandırdıktan sonra, devletle uyuşmazlığa düşerek idam edilmiştir.

1837’de ilçe olan Adapazarı, 1868’de belediyelik olmuş; ilk belediye başkanlığına ise Mültezim (vergi toplayıcısı) Zaguncu İbrahim Bey getirilmiştir. 1994, 1999 ve 2004 yerel seçimlerinde üst üste Adapazarı Belediye Başkanlığı’na seçilen Aziz Duran ise, 136 yıllık belediyecilik tarihinin 46’ncı belediye başkanı ve seçilen ilk Büyükşehir Belediye başkanıdır.
1892-99 yılları arasında Adapazarı Kaymakamlığı yapan Nüzhet Paşa, bugün Atatürk Bulvarı denilen bölgede Gümrük Binası, Belediye Kıraathanesi ve Oteli, Hükümet Konağı, Jandarma Kumandanlığı binası ve Hapishane, Belediye Binası ve İtfaiye Binası’yla Emniyet Amirliği binaları kazandırmış, sözü edilen kamu binaları, dönemin belediye başkanı Ali Necdet Güven tarafından 1958-60 yıllarında “bulvar açma” amacıyla yıktırılmıştır. Bugünkü Çark Mesire bölgesinde, Nüzhet Paşa tarafından 1892 yılında Almanlara modern bir çark yaptırılarak şehrin içme ve kullanma suyu ihtiyacı giderilmiş, 1899 yılında Adapazarı-Arifiye Demiryolu da hizmete sokulmuştur. Aynı çark, Emin Muharrem Güner’in belediye başkanlığı döneminde (1916-17) elden geçirilerek ciddi bir gelişime uğramıştır. Diğer yandan Bosna Hersek’ten Adapazarı’na göçen ve 1902-1904 yıllarında Adapazarı Belediye Başkanlığı yapan İbrahim Begoviç, bugünkü Vilayet Binasıyla Meserret İşhanı arasındaki alanda 1950 yılına kadar İbrahim Bey Parkı adıyla anılan ve Adapazarı’nın tek yeşil alanı olan parkı halkın hizmetine açarak, şehir tarihinde silinmez izler bırakmıştır.

Adapazarı’na bulvar, park, yeşil alan ve cadde kazandırma bağlamında, İzzet Şükrü Enez, Gümrükönü’nde Atatürk Parkı’nı ve Kömürpazarı’nın orta bölümündeki Enez Parkı’nı 1950’de, Ali Necdet Güven, Gümrükönü’ndeki kamu binalarını yıkarak Atatürk Bulvarı’nı 1960’da, General Sedat Kirtetepe, Şemsiyeli Parkı 1962’de kazandırmıştır. Selahattin Gürdrama, Kömürpazarı Parkı’nı 1968’de açmış, ardından Behçet Deryaoğlu şehrin bütün cadde ve sokaklarını asfaltlamış, Ünal Ozan Kaaağaçdibi Parkı’nı 1979’da, Sait Faik Parkı’nı 1993’te halkın hizmetine açmıştır. 1994 Martında başkanlığa seçilen ve 10 yıldır bu görevi sürdüren Aziz Duran’ın başkanlığında ise başta Bosna Caddesi, Ahmet Yesevi Caddesi, Yenicami Bulvarı, Serdivan Caddesi, Aziz Duran Bulvarı olmak üzere bir çok cadde açılmış ve yeni park düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir.

Adapazarı’nda dini tesisler bağlamında ilk cami Konuralp’in 1326’da bölgeyi fethinden sonra şehrin merkezi de ahşap bir Orhan Camii inşa edilmiş, Orta Camii 1760’da, Ağa Camii 1790’da, Gubarizadelerin vakfı olarak Tozlu Camii 1837’de, betonarme Orhan Camii 1892’de inşa edilmiştir.
Adapazarı eğitim tarihindeki ilk kurum ise 1820 yılında Kömürpazarı’nda kurulan Sabihahanım İlk Mektebi olup, onu Ali Bey Mektebi (daha sonra Rehber-i Terakki Mektebi), Adapazarı İdadisi (lise ve ortaokulu) (1915), Mustafa Kemalpaşa Mektebi (1019) ve Büyükgazi İlk Mektebi (1925) ve Cumhuriyet İlk Mektebi (1928) takip eder.

1850’lerden itibaren ilçeye Rum ve Ermenilerin yerleşimi ve 1865’den itibaren Balkan ve Kafkaslardan gelen göçlerin etkisiyle XIX. Yüzyılın ikinci döneminde hızlı gelişen bir ticaret merkezine dönüşen Adapazarı’nda, Uzunçarşı’yla beraber onun etrafında kurulan Tenekeciler, Kasaplar, Abacılar, Aynalı Kavak, Bakırcılar, Ayakkabıcılar Çarşısı ticaretin kalbi durumuna geliyordu.

Adapazarılı, 13 tüccarın bir araya gelerek 9 Mart 1913’te kurdukları Adapazarı İslam Ticaret Bankası (daha sonra Türk Ticaret Bankası), Arapzade Sait Bey ve ortaklarının 20 Nisan 1919’da kurdukları Adapazarı Emniyet Bankası, “Adapazarı’nda kunduracılığa ve yemeniciliğe ait malzeme celp ve ehven fiyatla esnafa satmak suretiyle dahile ticaretin inkişafına hizmet” etmek amacıyla 1924’te kurulan Adapazarı Ayakkabıcılık Türk Teavün (Yardımlaşma) Şirketi, aynı dönemde ilçede bulunan Acem Konsolosluğu ve Gümrük Teşkilatı da gösteriyor ki Adapazarı Dönemin en önemli ticaret merkezlerinin başında gelmektedir. Adapazarı Ticaret ve Sanayi Odası’nın kuruluş yılı da 1924’tür.

Adapazarı’nda sanayi tarihine gelince; şehirdeki ilk sanayi kuruluşu 1910 yılında kurulan Adapazarı Büyük Un Fabrikası olup, aynı yıllarda kurulan Cevat Adapazarlı’nın ve Nasrullah’ın İpek Fabrikalarıdır. İttihat Terakki hükümeti ise, I. Dünya Savaşı’nda ordunun bir kısım ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Adapazarılı tüccarların da ortaklığıyla 1915 yılında Adapazarı DETA (Demir ve Tahta) Fabrikası’nı kurmuş, fabrika 1930’lu yıllarda Adapazarı Ticaret Bankası’nın kontrolüne geçmiş, fabrikanın 1943 depreminde büyük hasar görmesi üzerine, deprem sonrasında T.Z.D.K.ya satılmıştır. Adapazarı’nda 1930’lardaki önemli sanayi kuruluşlarından biri de Sipahizade Hamit Bey ve Oğulları’nın ortaklığıyla kurulan Adapazarı Bez Fabrikası’dır.

Adapazarı basın tarihine bakıldığında; 1909’da yayınlanan Yergir (Memleket) adlı Ermenice gazeteden ve 7 Mart 1919’da yayına başlayan günlük Adapazarı gazetesinden bu yana; günlük ve haftalık 50 gazetenin yayınına sahne olurken, 2004 Mart ayı itibarıyla halen 7 adet günlük gazete yayınlanmaktadır. Bunlar Adapazarı (1919-1946-1975), Akşam Haberleri (1951), Yeni Sakarya (1954), Anadolu (1956), Yenigün (2000), Yeni Gazete (2003) ve Sakarya Büyükşehir (2004) gazeteleridir.

Kültür sanat dergiciliği; aylık yayınlanan Zafer ilim araştırma dergisi (1976), Irmak kültür sanat dergisinin yanı sıra Gren adlı görsel sanatlar ağırlıklı iki aylık, Adıyok adlı mevsimlik edebiyat dergisi yayınlanmaktadır. Şehirde kamu aracılığıyla kurulan sanayi kuruluşları ise, TZDK Fabrikası (1943), TÜVASAŞ (1951), Şeker Fabrikası(1952), Tank Palet Fabrikası (1976)’dır. Diğer yandan önemli özel teşebbüs kurumları olarak UNIROYAL Lastik Fabrikası (1958-Daha Sonra GOODYEAR oldu.), OTOYOL (1966), FREUHAUF (1974), Segman-GOETZE Fabrikası (1976), Toyota-SA Fabrikası (1992) kurulmuştur.

Kültür-sanat açısından bakıldığında; XIX yüzyıl divan şairi Seyyid Osman Adapazarı, hikayeci Sait Faik Abasıyanık (1906-1954), romancı Kerim Korcan (1918-1990), şair-hikayeci Faik Baysal (1922-2002), Teymur Ateşli, Aşık Deryami, yaşayan Türk hikayecilerinden Cüneyd Suavi, Necati Mert, Hatice Bilen Buğra, Ayfer Tunç, özdeyiş sanatçısı Mehmet Selahaddin Şimşek (1953-1994), şarkı sözü yazarı Halit Çelikoğlu, ressam Mustafa Tömekçe, Sabiha İslam, Orhan Dayal, Şaban Bezeyiş ve Balkan Naci İslimyeli, Fotoğraf Sanatçısı Hüsnü Gürsel, İbrahim Zaman, hattat Saim Özel, çizer Sezgin Burak (1935-1978), Sami Caner ve Osman Suroğlu, seramik sanatçısı Melike Kurtiç, bestekar Ziya Taşkent, ses sanatçıları Zeki Gündüz, Esin Engin ve Ethem Acar, Türk sinemasının saygın yapımcısı Hürrem Erman, ilimizin ulusal düzeyde tanınmış sanatçılarıdır. TRT eski genel müdürlerinden Macit Akman’la halen TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz, televizyon dünyasının ünlülerinden Uğur Dündar, Bülent Özveren, Mehmet Aklaş ve Sabri Ugan da Adapazarılıdır.

Adapazarı’nın futbol tarihine gelince; 1920-1950 arasında ilçede futbolu temsil eden x3 kulüp bulunmaktadır; Uzunçarşı’nın (eşrafın) takımı İdmanyurdu, Yenicami semtinin temsilcisi Hilalspor ve Kömürpazarı-Karaağaçdibi’nin temsilcisi Gençlerbirliği; 1941’de yönetmelik gereği üç takım lağvedilip Ada Gençlik kurulursa da, 1946’dan sonra tekrar serbest bırakılınca Güneşspor, Hilalspor’un devamı olarak Yıldırımspor kurulurken; kamu kurumlarını temsilen Demirspor, Donatımspor ve Şekerspor da futbol arenasına adımını atar. Yıldırımspor 1961’de Türkiye Amatör Takımlar Futbol Şampiyonu olurken, İdmanyurdu, Gençlerbirliği, Ada Gençlik ve Güneşspor’un birleşmesiyle 1965’de Sakaryaspor kurulur. Yeşil-siyah formalı Sakaryaspor ise, 1981, 1987 ve 1996’da üç kez 2. Türkiye Futbol Ligi şampiyonu olurken, 1988 yılında ise Türkiye Kupası Şampiyonu olmayı başarır.

Öte yandan ilimiz Türk futbol piyasasına Oğuz Çetin, Hakan Şükür, Aykut Yiğit, Aykut Kocaman, Recep Çetin, Tuncay Şanlı gibi başarılı futbolcuların yanı sıra, Yılmaz Vural, Abdülkadir Aypek, Erdoğan Çamlıyurt, Selçuk Şahin, Orhan Aldinç, Şansal Büyüka gibi spor adamları kazandırmıştır.
Kırkpınar başpehlivanları Adil ve İrfan Atan kardeşlerle Sezai Kanmaz, olimpiyat ve dünya şampiyonları Mithat Bayrak ve Hakkı Başar, dünya ikincisi Erol Kemah Adapazarı’ndan yetişen ünlü güreşçilerimizdir. Öte yandan dünya bilardo şampiyonu Semih Saygıner’de hemşehrimizdir.
1326’dan itibaren ovada kurulu büyükçe bir köy olan Adapazarı; 1865’ten itibaren Kafkas ve Balkanlardan aldığı yoğun göçlerle hızla büyürken; diğer yandan hızla ticaret ve sanayi merkezi olmaya doğru giden; İstanbul-Ankara güzergahında huzurlu ve sakin bir Anadolu şehridir.

17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan deprem Adapazarı’nda da büyük hasara yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.988 insanımız hayatını kaybetmiş 5.180 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür. Bunlardan 29.701’i yıkık ve ağır hasarlı, 22.157’si orta hasarlı geriye kalan 29.844’ü ise hafif hasarlı olarak kayda geçmiştir.
17 Ağustos 1999 depremiyle; konutların çoğu oturulamaz hale gelmiş, halkın önemli bir kısmının geçici de olsa yakın ilçelerde ve köylerde ikamet etmesine neden olmuş ve böylece şehir nüfusunda azalma görülmüştür.

Merkez ilçe nüfusu 184.000, çevresiyle birlikte 306 bin nüfusa sahip Adapazarı, Bakanlar Kurulu’nun, 06.03.2000 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 593 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Söğütlü ve Ferizli ilçelerini de kapsamına alarak Büyükşehir Belediyesi statüsüne kavuşmuştur. Ardından yayınlanan 23 Temmuz 2004 tarihli Resmi Gazetedeki 5216 sayılı kanun ile bugün; 7 ilçe belediyesi ve 14 ilk kademe belediyesini sınırlarına dahil etmiştir.
Bugün Adapazarı; farklı kültürlerdeki insanların depreme rağmen yeniden huzur ve sükun içinde yaşadığı geleneksel hayat tarzını korurken, diğer yandan ticari ve sanayi yönünden hızla gelişerek, yeşili bol, havası temiz, doğa güzelliklerinden fazlasıyla payını almış yaşanabilir bir Anadolu şehri olma yolundadır.